Gündem

BTB Başkanı Gündüzalp: Artan Nüfusu Azalan Toprakla Doyuramayız!

Burdur Ticaret Borsası Başkanı Ömer Faruk Gündüzalp, geçtiğimiz günlerde
Kanal 15 TV’de, Bilal Karasakal moderatörlüğünde ve Burdur Gazeteciler
Cemiyeti Başkanı Kürşat Tuncel’inde yer aldığı canlı yayınlanan ‘Burdur’un
Nabzı’ programında, sektöre ilişkin soruları yanıtladı. Başkan Gündüzalp,
yaklaşık 2 saat süren programda, şu ifadelere yer verdi; “Temelde ne var;
beslenme, barınma ve güvenlik. Bunlardan hangisi daha öncelikli diyemezsiniz.
Hani bir laf var; Allah, insanı açlıkla terbiye etmesiniz deriz. Aç kalan insanın ne
yapacağını kestiremeyiz. O yüzden gıda önemli diyoruz. Hem pandemi hem de
Rusya-Ukrayna savaşı, aslında gıda milliyetçiliğinin ne kadar önemli olduğunu,
gıdada bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlık kadar önemli olduğunu bir kere
daha gözler önün serdi. Hadiseye bu gözle bakmamız lazım. İnsanların karnını
doyurmanız lazım, tarımı ve tarıma dayalı sanayiyi geliştirmek lazım. Pandemi
döneminde evden çakamadığımız oldu. O süreçte sadece gıdayı önemsedik.
Gıda olmadan diğerlerinin olmayacağını anladık.


KÖYLÜ KÖYÜNÜ TERK EDİYOR


Ulu Gönder Gazi Mustafa Kemal’in güzel bir lafı var; ‘Toroslara gittiğinizde,
Yörük çadırında duman tütüyorsa, bu ülkede hala birileri vardır, bu ülkeyi zapt
edemezsiniz’ diyor. Şuanda geldiğimiz noktada kırsalın en önemli sorunu,
kırsaldaki nüfusun azalması, kırsaldaki nüfusun yaşlanması, gençlerimizi kırsalda
tutamamamız. O halde köylü milletin efendisi midir, soru işareti koymak lazım.
Köylü artık bulunduğu ortamı terk ediyor, başka yerlere gidiyor. Biz
sanayileşeceğiz, teknolojide ilerleyeceğiz derken tarımı tu kaka yaptık. Halbuki

tarım tu kaka olacak bir olay değil, tarım baş tacı olacak bir durumdur.
Topraktan insanları uzaklaştırdık, toprağa küstürdük, çocukluğumuzda bize
öğretilen bir şarkı vardı, ‘orada bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o
köy bizim köyümüzdür.’ Bu subliminal olarak bilinçaltımıza yerleştirildi. Köye
gitmediğimiz zaman, köydeki yaşamın devam edeceğini düşündük. Köye
gitmezsen, köyde yaşamazsan, oradaki yaşam devam etmez.


UYGULANABİLİR BİR TARIM POLİTİKAMIZ YOK


Her ne olursa olsun, ithal etmek çözüm değildir, asıl olan üretmektir. Siz
üretmezseniz, yurtdışından bunu ucuza getiremezsiniz. Bu ekonominin genel
kuraladır. Siz o ürünü üretmiyorsanız, o ürünü almak zorundaysanız, o durumda
fiyatı siz belirleyemezsiniz. Belirleyemediğiniz zamanda o ürünü almanıza
ekonominiz izin vermez. Ama ne yazık ki üzülerek söylüyorum, biz genç nüfusu
köylerden uzaklaştırarak, köydeki üretim yetimizi kaybediyoruz. Burası teke
yöresi, peki biz teke yöresinin başkentinde çoban bulabiliyor muyuz? Kağıt
üzerinde tarım politikalarımız var ama uygulanabilir politikamız yok.


ÜRETİCİ TÜKETİCİ OLDU


Geçtiğimiz haftalarda tarımsal üretim planlaması yönetmeliği Resmi Gazete’de
yayınlandı. Yönetmeliğin gerçek anlamda uygulandığı zaman biz ne
üreteceğimizi bileceğiz. Hepimizin bu yönetmeliğin arkasında dimdik durması
lazım. Ve bunun olması için çalışmamız lazım. Bunun olmaması için değil, bunun
olması için çalışacağız. Üretim planlaması düzgün yapıldığı zaman, üreticiye hak
ettiği fiyatı çok daha rahat verebilirsiniz. Bizim üzerinde durmamız gereken ana
başlık, kim üretecek? Dün üreticiydi, bugün şehirde tüketici oldu. Biz artık
üreten değil, tüketen bir toplum olduk. En büyük zayıf yönümüz kırsalda azalan
nüfus. Yüzde 7’lere kadar düştü. Ve nüfusun yaş ortalaması 57’nin üzerinde. Biz,
insanlar mutlu olsun diye olmayanı olmuş gibi söylemeyiz. Gerçek neyse o, acı
reçeteyse acı reçeteyi söyleriz. Güzel yapılan bir şey varsa güzel yapıldı deriz.
Gençleri tekrardan üretime dahil etmekten başka çaremiz yok! Girdi maliyetleri
ile bu işi çözemeyiz. Biz o treni kaçırdık. Gençleri köyden şehire getirdikten
sonra, şehirden köye göçü nasıl sağlayabiliriz onun hesaplaması yapmalıyız.
Sosyolojik açıdan iyi incelenmesi gerek.


RADİKAL KARARLAR ALINMALI

Gıdaya yetirince önem verilmediği, payı azaltıldığı zaman, çözümü ithalatta
aranıyor. İthalatla getirmeye kalkıldığı zaman işin içinden çıkamıyorsunuz.
Hayvanı ithal getiriyoruz, fabrika yeminin yüzde 65’i ithal, kullandığımız
tohumların çoğu ithal, ilaçlar ithal, spermler ithal, gübre ithal. Bu kadar dışa
bağımlı iken biz nasıl tarım ve hayvancılık ülkesi oluyoruz. Demek ki bir şeyler
ters gidiyor. Farklı dönemlerde, farklı siyası iktidarların yaptığı hataların
tamamı, şimdi birikerek karşımıza çıkıyor. Şuanda radikal kararlar alıp,
sorunların çözüm yoluna gitmezsek, bir müddet sonra üretici diye bir şey
kalmayacak. Üretici kalmadığı, tamamıyla tüketici olduğumuz zaman, ülkeyi
nasıl doyuracağız? Tarımı hak ettiği yere getirmek bizim elimizde. Bunu sadece
tarım olarak düşünmeyin. Bu ülkenin eğitim sistemiyle, dinamikleriyle öyle bir
oynadık ki, kapanması zor yaralar açtık.


HARKESİN ÜNİVERSİTE MEZUNU OLDUĞU BİR ÜLKE KALKINAMAZ


Devlet memurunun aldığı maaş ortada, şuanda sanayide usta/kalfa dediğimiz
bir insan üniversite bitirmiş devlet memurundan çok daha fazla maaş alıyor
ama yetişmiş eleman bulamıyorsunuz. O halde eğitim sisteminde baştan gelen
bir hata var. Herkesi üniversite mezunu yaparak bu ülkeyi kalkındıramayız.
Yapılan hatalar sonucunda, sizin üniversite mezunlarınız, şimdi olduğu gibi
kasiyerlik, garsonluk yapar. Meslek liselerinin gerektiği değeri alması lazım.
Burdur, hayvancılık kenti diyoruz, bir tane tarım lisemiz var, bir tane de
hayvancılık lisemiz var. E nasıl bir hayvancılık kentiyiz biz. Nerede bizim ara
elemanlarımız?


MASA BAŞI BÜROKRASİDEN KURTULMALIYIZ


Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesini, Ziraat Fakültelerinden farklı
düşünmek lazım. Nasıl Veteriner Fakültesi ilimizin hayvancılığına farklı bir ivme
kazandırdı, yeni fakültemizde tarım alanında şehrimize katkı sağlayacak.
Hayvancılık kentiydik, Veteriner Fakültesi bizim ihtiyacımızdı ve Türkiye’nin en
iyi Veteriner Fakültelerinden birisi olduk. Tarım Bilimleri ve Teknoloji
Fakültesine de bu şekilde bakmak lazım. Yeni dünya düzeninde, tarımın
öneminin arttığı bu dünya düzeninde bu fakültelerimizin önemi bir kat daha
artıyor. Standart eğitimin dışında gerçekten sahayla iç içe, sahayla üreten
fakülte durumuna gelirse, oradan mezun ettiğimiz öğrenciler sahada aktif
çalışırsa önemli bir verim sağlanır. Buna destek verecek Tarım ve Hayvancılık

Liselerinin de sayısını artırmamız lazım. Meslek liselerine de gerekli değeri
sağlarsak sistemi işler hale getiririz. Masa başında oturan değil aktif olarak
sahada çalışan mühendislere, teknikerlere ihtiyacımız var. Tarım ve
hayvancılıkta üretim için masa başı bürokrasisinden kurtulmalıyız.


BAKAN’IN POLİTİKASI DEĞİL DEVLETİN POLİTİKASI OLMALI


İl Tarım ve Orman Müdürlüklerinin her köye bir veteriner hekim ve ziraat
mühendisi projesi vardı, kısmen uygulandı. Başarıya ulaştığı noktalar var ama
sürekliliği sağlanamıyor. Bizde aksaklıkları gidererek çalışmaları devam
ettiremiyoruz. Bir aksaklık olduğu zaman bizim bürokrasimizde iş bitiyor,
sürekliliğin sağlanması için revizesinin yapılıp düzenlemelerinin tamamlanıp
devam etmesi gerekiyor. Ülkemizde en çok bakan değişikliği Milli Eğitim ve
Tarım’da değişiyor. Her yeni bakan, yeni bir uygulama başlatıyor. Mesela havza
metodu daha önceki Tarım ve Orman Bakanı tarafından başlatıldı, sonra bu
uygulama delindi, ürün çeşitliliği arttı. Çeşitlilik artınca havzadan çıkıyorsunuz.
Yasaların ve planlamaların net ve doğru bir şekilde, uygulanması gerekiyor. Plan
ve projelerde devamlılığın sağlanması şart. Devlet politikaları oluşturup
sürdürmek gerekiyor, bakan politikası olunca her bakanla yeni politika, yeni
plan ve proje ortaya çıkıyor.


ÜRETİCİ ÜRÜNÜM PARA ETSİN DİYE DUA EDİYOR


Üretimde en büyük sıkıntı, herkesin bildiği gibi maliyetlerde. Artan girdi
maliyetleri üreticimizin canını çok sıkıyor. Bunun çok sayıda sebebi olabilir ve
sıralayabiliriz. Gübrede %400’e varan artışlar, Mazotta %250’ye varan artışlar
meydana geldi. Biz ne kadar iyi fiyat verirsek verelim, girdi maliyetleri
karşısındaki artışları sağlayamayız. Üreticiyi enflasyon karşısında ezerseniz
üretici tarlayı terk etmeye başlar. Üreticiyi koruma altına almamız lazım. Bunu
tarlaların toplulaştırılmasından, planlanmasına kadar her sorunu çözerek
engelleyebiliriz. Üretimde 2024 sezonu başlıyor. Tarlaya üretici bir ürün ekecek
ama ne kadara satacağını bilmiyor. Yıl boyunca ürünüm para etsin diye dua
etmekten başka bir şey yapamıyor.


PANCAR ÜRETİCİSİNİ MUTLU EDECEK FİYAT AÇIKLANMALI


Geçen yıl pancarda 3 defa fiyat değişti. Ocak ayında 800 TL olarak açıklandı,
Mart’ta 1100 TL oldu ve Eylül’e geldiğimizde 1400 TL olarak güncellendi.

Desteklemelerle 1450 TL’yi buldu. Üreticimiz memnun oldu, bu yıl da 2000 TL
civarında olsa üreticimiz daha da mutlu olur diye düşünüyorum. Pancar alım
fiyatı daha açıklanmadı, bu belirsizlik üretici için sıkıntılı. Biz üreticiyi kısır
döngüye sokmadan bu işin içinden çıkmamız lazım.


TÜRKİYE’NİN SORUNLARI ÇÖZECEK GÜCÜ VAR


Öyle bir ülke düşünün ki, üreticinin 2024 yılında ne ekeceğini şimdiden
söylüyor. Kullanacağı gübresini, motorinin miktarını belirleyip bedelini
destekleme olarak peşin veriyor. Böyle bir ülkede tarım yapılmaz mı? Bizim gibi
büyük bir devletin tarımdaki sorunları hızlı bir şekilde çözmesi lazım. Çünkü biz
bunu yapabilecek güçteyiz. Bu işi daha da geliştirelim, tarlalarda üretilen tüm
ürünleri borsaların içine sokalım, ekonomiyi hareketlendirip kayıt dışılığı
engelleyelim. Çünkü buradan herkes kazanacak.


DEVLET KRİZİ DOĞRU YÖNETMELİ


TMO’nun, randevulu alımında sorunlar yaşandığı sık sık gündeme getirildi.
Devletin açıkladığı fiyatla, tüccarın açıkladığı fiyat arasında fark olduğu için
ÇKS’li yada ÇKS’siz herkes, ürettiği ürününü TMO’ya vermek istedi ve
sonucunda yığılmalar meydana geldi. Biz bu konu için Ankara’ya gittiğimizde
gerekli görüşmeleri yaptık. Sonraki süreçte üreticiye bu konuda, bir şekilde
yardım etmeye çalıştılar. Devlet işleyişinde bazı anlık hatalar yapılabilir, bu
devlet tarafından da, üretici tarafından da olabilir. Önemli olan böyle bir olayda
hızlı bir şekilde müdahale ederek o an ki krizi doğru yönetebilmek. Geçen yıl
tüccar Arpa’yı 6 TL’den alırken, devlet 5.25 TL’den arpa verince tüccar çok zarar
etti. Öyle olunca bu yıl ürünlere çok fazla talip olmadılar. Düşük fiyat vererek,
kendilerini garanti altına almak istediler. Bir yerde hata başladığı zaman sonraki
dönemlerde bu hatalar yansıyor.


HAYATTA EN ÖNEMLİ UNSUR CAN VE TOPRAKTIR


Bizim insanımız vatanını sever, ülkesinden vazgeçmez ve üretmeye devam eder.
Bu kadar fedakar bir kesimi görmezden gelmek üzücüdür. Köylümüzün,
üretenimizin vatan sevgisiyle ürettiğini toprağa herkesten çok sahip çıktığını
bilmemiz gerekiyor. Bizler ise yaptığımız yanlışlarla bu insanları su istimal
edersek, onları topraktan uzaklaştırır, Afkanla, Suriyeli ile memleketin tarımını
kalkındıramayız. Bundan 4-5 yıl önce yabancı işçi çalıştırmak ucuz maliyet

nedeniyle tercihti. Ama bugün üzülerek söylüyorum yabancı işçi çalıştırmak
zorundalar. Çünkü yerli işçi bulamıyorlar. Türkiye’nin bu işçi meselesine el
atması gerekir, bunun kadar önemli olan toprak satışlarını da aynı özenle
çözmesi gerekir. Milletimiz toprağını satıyor ama kime sattığını bilmiyor.
Yabancıya toprak satışının önüne geçilmesi lazım. Bu satışların altında çok fazla
komplo teoriler üretebiliriz. Daha önce kırsalda yapılan arazi satışlarında oranın
köylüsü alırdı, yan tarla sahibi alırdı, kardeş alırdı. 3-4 yıldır dışarıya çok arazi
satılıyor ve bunu kimin aldığını kimse bilmiyor. Benim için toprak satışı önemli
bir noktadır. Çünkü o toprağı bir daha geri alamazsınız. Bu ülkede geri dönüşü
olmayan 2 unsurdan birisi can diğeri topraktır. İster toprağı birine satarak ister
tarım arazileri üzerinde imar değişikliği yaparak konut ya da ticari alana
çevirerek bitirdiğiniz toprağı tekrar geri kazanamazsınız.


TARIM ARAZİLERİNİ KAYBEDİYORUZ


Tarım arazilerinin imara açılması çok büyük bir handikap. Burada biz dengeyi
sağlayamıyoruz. Burdur’un ortasından kullanılmayan bir tren yolu geçiyor ve
şehri ikiye bölüyor. Önceden şehri bölmüyordu çünkü tren yolunun üstü konut
alanı, altı tarım alanıydı. Biz Burdur’un verimli tarım alanlarını konuta çevirdik.
İyi mi yaptık ? Bucak’ta böyle, Çeltikçi’de böyle. Trakya’ya gidin orası da öyle.
Eskiden Ayçiçek tarlalarıyla çevrili Trakya, şuan fabrika ve konutlarla çevrili. Her
yeri imara açarak tarım alanlarını bitirerek bu işi sağlayamayız. Artan nüfus var
ve buna konut ihtiyacı doğuyor, bu kısma bir itirazım yok ama konutu tarım
arazisine sağlamak zorunda değilsin. Maliyeti yüksek olabilir ama konutları
kıraç, dağlık arazilere yapmak gerekiyor. 6 Şubat Kahramanmaraş
depremlerinde gördük, en fazla yıkım tarım arazilerine yapılan konutlarda
meydana geldi. Sonuç ne oldu peki? Sayısı binleri geçen can kayıpları,
kaybedilen tarım arazileri ve geri dönüşü olmayan bir yıkım. Ne olursa olsun
konu planlamaya geliyor. Tarım planlaması olduğu kadar arazi planlaması da
yapılması gerekiyor.


ÖZÜMÜZE DÖNMELİYİZ


Acil bir şekilde özümüze dönmezsek, kazanç sağlayamaz hale geliriz. Bizim kendi
tohumlarımıza dönmemiz lazım. İthal tohum ile üretimi sürdüremeyiz. İthal
ettiğimiz için ürünlerin fiyatını da, kazancımızı da onlar belirliyor. Ben tohumda
yabancıya mahkum olmazsam o zaman benim fiyatımı onlar belirleyemez. Hem

maliyetim düşecek, hem tohumu satan ben olursam kazancım artacak. Bizim
arazimiz, fakültelerimiz, enstitülerimiz varsa bu tohumları bizim üretmemiz
lazım. Hayvancılık alanında aşılarda ithal geliyor. Bunların ciddi anlamda
sorgulanması, yerli ve milli kaynaklarımızı yaratmamız lazım. Tarımda,
hayvancılıkta, eğitimde sanayide fabrika ayarlarımıza geri dönmeliyiz.
Cumhuriyetin 100. Yılında 100 yıl önceki kurucu iradenin gösterdiği hassasiyeti,
milliyetçiliği, onların gösterdiği vatan sevgisini göstererek özümüze dönmemiz
lazım.
SÜT FİYATLARI DÜŞECEK SÖYLENTİSİNİN ALTI BOŞ
Ulusal Süt Konseyi’nin, sütteki maliyeti düşürmesi, belirlenen süt alım-satım
fiyatını değiştirmez. USK her ay, bir önceki ayın süt maliyetini kendi
hesaplamalarına göre yapıyorlar. Temmuz ve Ağustos’ta bazı yem kalemlerinde
fiyat düşünce süt üretim maliyetinde 65 Kuruşluk bir düşüş oldu. Süt fiyatlarıyla,
yem fiyatlarını karşılaştırdığımızda ortalama 3 yıldır üreticimiz tatmin oluyor.
Eğer memnun olmayan üretici varsa, yöntemlerini gözden geçirmelidir. Son 1
yılda süt fiyatının artışı, yem fiyatının artışından fazla. Süt fiyatında geçen yıla
göre %50-60 zam varken, kesik yem ortalama %30 zamlandı. Hayvancılık
yapıyorsanız ürünü sezonunda alıp, stoklamanız lazım. Önceden hayvancılık
düşük sermaye ile yapılıyorken şuan ciddi işletme sermayesi gerektiren bir
sektöre dönüştü. Eğer bu şekilde çalışıp stok yaparsanız kar sağlarsınız, yoksa
zamlara maruz kalıp zarar edersiniz.

ENFLASYONA RAĞMEN ÜRETİCİMİZ ÜRETMEK İSTİYOR


Türkiye’de, gıda enflasyonunu süt fiyatlarına bağlayarak düşüremezsiniz. Ulusal
Süt Konseyi gerçek görevini yapsın, Gıda Komitesi de elini bu alandan çeksin.
Yoksa USK gerçek görevini yapmıyor. Hal Yasasını değiştirdik, marketler kendi
hali varmış gibi ürün alma imkanı buldu. Yıllarca tarladan ürün pazara gelene
kadar 6 elden geçiyor ve fiyat afaki artıyor diye şikayet ettik. Marketler ise tek
elden ürünü alıp pazarla aynı fiyata hatta daha pahalıya satıyor ama mantık
olarak ucuz olması lazım. Bu sistemin irdelenmesi lazım. Haksız kazanç nerdeyse
çözülmesi lazım. Mesela sütteki fiyatı doğru olarak okumamız lazım. Şuan
Burdur’da sütün taban fiyatı 12.40 TL. Oradan fabrikaya gidecek, nakliye,
ambalaj ve ürün yapılıp tekrar geri gelecek. Bugün 1 kg peynir için peynirin
çeşidine göre 7 ile 13 litre arasında süt kullanılıyor. Bugün 10 Litreyle yapılan

ortalama bir peynirin sadece çiğ süt maliyeti 124 TL yapıyor. Böyle görmek
gerekiyor. Maliyet artışındaki en önemli kalem lojistik kalem haline geliyor.
Bizim üretim planını yaparken de bunları düşünerek yapmamız lazım. Enflasyon
yüksek, biz yüksek enflasyona rağmen üreteceğiz. Hep diyoruz ki üretim varsa
kalkınma var, üretici varsa Türkiye var. Gıdayı hor gören yarını zor görür. Herkes
taşın altına elini koysun hep birlikte bu sorunları çözelim. Kendi çocuklarımızın
geleceği için üretmeliyiz.