Mevzu bahis konu üzerine çok konuşuldu ve yazıldı. Tabi ki yazı nihayete ermeyecek ama kafa yormadan da olmayacaktı. İyi okumalar.
Milenyum çağı diye bir şey vardı. Ne demekti acaba. Teknoloji üzerine ağız dolusu laflar edilip, günün sonunda asimile edilmiş, dejenere bir toplum yaratmak için birilerinin elinden geleni yaptığına inanıyorum. Bu süreçte ise iyi insanların mütemadiyen bam teline basıldı, kışkırtıldı, açık yaraları kaçındı. Adalet duygusu ile oynandı. Bunu belki bir belediye çalışanı, belki çocuğunun okuduğu okuldaki bir öğretmen, belki de bu çarpık düzenin yoldan çıkarttığı herhangi biri aracılığı ile yapmış olabilir. Hala sağduyulu davranmaya çalışıp, karanlık tarafa geçmediyseniz, bu yönde direniyorsanız bile doğru yoldasınız demektir.
Kimseyi kandırmayalım, her kişi kendi çıkarlarını birinci derecen önceler. Bu gayet normal ve tabidir. Evrimsel olarak bütün canlılar (bitkiler dahil) pragmatisttir. Fakat modern dünyanın gelişmiş toplumlarında görüldüğü üzere; doğru olan başkalarına zarar vermeden bu süreci işletmektir. Faydanıza çalışırken başkalarına zarar veriyorsanız yanlış yoldasınız demektir dostlar. “Zarar vermek” derken konuyu açmam gerekiyor. İşini iyi yapan kişi, işini kötü yapanın elinden iş aldığı zaman, kötü olmaz. Örnek açıklayıcı olmuştur umarım.
İyi insan kimdir?
İyi insanı tanımanın bazı yolları var. Mesela işinin ehli bir doktor iyi midir? İnsanların hayatını kurtarmayı en iyi bilen kişi, karşıtların birlikteliği ilkesine göre aslında insanları öldürmeyi de en iyi bilen kişidir. Dolayısı ile neticeye odaklanmalıyız. Hastalarını kurtaran doktor en iyi doktordur ama her an en kötü doktor olma potansiyeline de sahiptir. Diğer taraftan kötü bir doktor işinin ehli olmayabilir.
Konuyu daha iyi kavramak adına işinin ehli bir inşaat mühendisini ele alalım. İyi olan mühendis bilgisini doğru yolda kullanıp, depreme dayanıklı binalar tasarlar ve tabi olarak depremde insanlar ölmez. Bu kişiye iyi insandır denebilir. Karşıtların birlikteliği demiştik. Bu kişinin bilgisini yanlış yolda kullandığını düşünelim. Örneğin; statik programın açıklarını yakalayıp, daha az demir-beton metrajı çıkarmak ve inşaat maliyetlerini hesaplara aykırı bir şekilde indirmek, müteahhite (ve kendine pek tabi) kar sağlamak adına kullandığını düşünün. (Düşünün derken bu yıllardır ve halen yaşanıyor. İMO Burdur Temsilciliği’nin bu konuda çabaları karşılıksız kaldı. Kötü niyetli mühendisler tarafından fütursuzca yanlış işler yapılıyor ve denetleyen mekanizmalar inatla çalıştırılmıyor.) Sonuçta işinin ehli her insan iyi değildir ve iyi insan olsa bile; her an en kötü insan olma potansiyelindedir.
İnsanlara faydalı olan “işini iyi yapandır” kabulüne kimsenin itirazı olmaz sanırım. Dolayısı ile kişi çevresine faydalı ise; hem işinin ehli hem de iyi insandır diyebiliriz. Bunun üzerinden birkaç örnek vereceğim. Örneğin cerrahın işi hastaları ameliyat ederek iyileştirmektir. Peki bu cerrahın her hastası masada kalıyorsa işini yapabilir mi? İyi bir insansa kendisi bırakır, insanlara zarar vermek istemez. Eğer kötü bir insansa da, birileri buna dur der ve işini yapamaz. Veya bir inşaat mühendisinin yaptığı bütün hesaplar kontrol sırasında hatalı bulunuyorsa, bu kişi işini yapabilirmi? Aynı durum bunun için de geçerli. Memleketin en önemli sorunlarından birine geliyorum. Şimdi siyasetçileri, politikacıları, kilit mevkideki bürokratları ele alalım. Bunların işi nedir? Karar almak değil mi. Cennet köşesi ülkemde neden yokluk çekiyoruz? Şehrim çevresindeki illere kıyasla neden güdük kaldı? Birşeylerin ters gittiğinin farkındayızdır umarım. Demek ki birileri yanlış karar alıyor. Yukarıdaki kabullerden yola çıkarak yanlış karar alanların da bu mevkileri boşaltması gerekmez mi? Peki bu mevkileri bırakmayan kişilere iyi insan diyebilir miyiz? Gelişmiş ülkelerde refleks haline gelen değişim kültürü bu mantığa dayanır. Çok sorgulayıp irdelemezler. Neticeye odalanırlar. Zira arka planda dönen dolapları kimse bilemez. Yan yattı, çamura battı diyenlere aldırmazlar, bahanelere inanmazlar. Dolayısı ile mesai harcayıp kafa patlatmaya gerek yok. Kimseyi nüfuzumuza da almadığımıza göre; partizanlık bırakılıp bu dönüştürücü gücün etkisine anlamalıyız!. İşini iyi yapamayan veya yapmayan kişi gideceğini bilmeli.
Kötü İnsan Kimdir?
Yukarıda açıklamıştım. Kişi çıkarına çalışırken başkasına zarar veriyorsa kötüdür. Bu kişiler çoğunlukla işinin ehli olmayan ve düşük kapasiteli kişilerdir. Kavgada gücü yetmeyenin belden aşağı vurduğu gibi, bunlarda da kural-kaide yoktur. Bu kişiler açgözlü ve hırslıdır. İhtiraslarına kapılıp amaçlarına ulaşmak için ahlak dışı yollara başvurmaktan çekinmezler. Çok net fark edersiniz.
Bir de azınlık kısmı var. Potansiyel sahibi olup; doğru yoldan sapanlar. Bunlar kolayca toplumda parmakla gösterilen kimseler haline gelirler. Gücü ele geçirme konusunda ustalıklarını konuşturup insanlığa zulmederler. Ellerinin altında düşük potansiyelli kötü insanlar vardır ve pis işlerini onlara yaptırırlar. Toplum içinde iyi olarak bilinirler. Ama kötü kokuları alabilen, büyük resmi gören kişiler konuyu bir çırpıda çözer. Gözünüzün önünden kimler geçti acaba. Heryerdeler değil mi?
Kötülüğü Engellemek Mümkün mü?
Bu soruya cevap vermek için kötülüğün kaynağına inmek çok zahmetli olacak. Ayrıca halihazırda bir kötülük de var. Kaynağa insek bile mevcut kötülüğü ortadan kaldırmadan, kaynağını kurutmamıza da izin vermezler. Dolayısı ile; kötülüğün yaşam ortamını bozmak daha kolay olacak sanırım. Kötülük aleni yapılan bir iş değildir. Aleni yapılanlar ferdi olaylarla sınırlı kalır, topluma sirayet etmez. Asıl tehlikeli olan, geniş kitleleri etkileyen kötülüktür. Bu da gizlice yapılır.
Peki bu “giz” nasıl sağlanır. Tabi ki suyu bulandırarak. Sisli bir ortam yaratarak olur. Metaforu açmam gerekiyor. Bir ovadaki yüzlerce koyunu avlamak istiyorsanız, bunu diğerlerine hissettirmeden yapmanız gerekir. Bu da koyunların görüşünü zayıflatmakla mümkün olur. Örneğimi mazur görün ama bahsettiğim koyunlar bizler oluyoruz. “Sis” diye tariflediğim ise kanun ve kural dışı her türlü uygulamadır. Yasanın dışına çıkan her türlü uygulama muğlak bir ortam yaratır ve bunların tekrarı bu ortamı meşrulaştırır. Yazının en önemli mesajını veriyorum sıkı durun. Toplum olarak bize düşen yasalara aykırı her uygulamayı ilgili yargı organlarına, kurumlara bildirmek olmalıdır.
Sonuç
Gelişmiş toplumları “gelişmiş” yapan şey denetim ve ceza mekanizmalarıdır. Bizde denetim yok denecek kadar zayıf (demokrasi gibi denetim mekanizması da tabandan gelmelidir), cezalar hafif. Yapanın yanına kalır halde. Bu noktada “benim memurum işini bilir” diyen zat-ı muhteremin kemikleri sızlıyordur umarım. İhbar ve ifşaa kültürünün toplumda oluşması temennimdir. Kötülük, yapanın yanına kalmadıkça, kötülere hak ettikleri gibi davranıldıkça, toplumumuzun ahlak seviyesi yükselecektir ve iyi olana ulaşma isteği, inancı artacaktır.
İyilikle kalın…
Mail: [email protected]