Belki de küllerimizden doğarız…
***Belirtmem gerekiyor ki; bu konuyu araştırmaya başladığım günden bu yana olaylara bakış açım çok değişti. Ummaktan fazlasını yapabileceğimizi fark etitğimizde, güzel günler gelecek...***
GİRİŞ
Hızlı kentleşmenin önemli sonuçlarından birisi, derinleşen ekonomik, sosyal ve çevresel sorunlardır. Bundan dolayı 1990'lı yıllarda sağlıklı kentleşme olgusu gündeme gelmiştir. Bütün bu hak talepleri sonucunda ortaya çıkan kentli haklarının amacı, kentsel yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve halkın kentsel yönetime katılmasıdır. Bu çok önemli olmakla beraber küçük ölçekli etkisidir.
Büyük resimde halkın yönetim sürecine katılması ile, tabandan gelen demokratik bir yapılanma tesis edilecektir. Tabi bu çerçeveden bakılırsa yönetenlerin bu anlayışı desteklemeleri, halkın bilinç seviyesini yükseltmeleri, koyun gibi güdülen bir kitlenin uyanışı anlamına gelmektedir. Bu da yönetenlerin istediği gibi at koşturmasını engelleyecektir. Pek tabi memlekette kentli haklarının uyanış anlamına geldiğini bilen sözüm ona kurt siyasetçi, bu yönde pozitif hiçbir değer üretmemekte, katkı sağlamamaktadır. Dürüst siyasetçileri tenzih ediyorum bu noktada, herkesi aynı kefeye koymayalım..
Bilinçli yurttaşlar önde olmak üzere bu uyanışa katkı sağlamak bütün vatanseverlerin boynuna borçtur. Belkide yurdumdaki demokratik kitle hareketi (veya demokratik uyanış da diyebiliriz) memleketimden başlar kim bilir. Kelebek etkisinini duyanınız varmı bilemem ama herşey hayal kurmakla başlar öyle değil mi. Bu amaçla araştırmalarımdan derlediğim bilgiler ile, kentli hakları konusunu genel ifadeler kullanarak, bir dizi yazı ile açıklamaya çalışacağım.
İyi okumalar.
Konunun kısa özgeçmişini anlatayım. Kentli haklarının somut ve tüzel bir nitelik kazanması 1992'de Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği Avrupa Kentsel Şartı’yla olmuştur. Buna göre insan yerleşimlerinde olumlu gelişmelerin politikacı - yönetici ve halkın birlikte hareketi ve katılımın sağlanması ile olanaklı olduğu savunulur.
“KATILIM” >>> O DA NE DEMEK??
Ortaya çıkan sorunları çözmenin en etkili yöntemi, bizzat katılım yollarını kullanarak toplumun ve kuralların değiştirilebileceğine olan inancın oluşmasıdır. Yerel yönetimler bu konuda çeşitli politikalar ile eğitsel faaliyetler düzenlemelidir.
Kentler, kalkınmanın yanı sıra demokrasiye, kültürel gelişmeye ve insana hizmet etmelidir. Bunun için halkın siyasal süreçlere etkin katılımı, yerel yönetimin özerkliği, yerel yönetimlerin bağımsız gelir kaynaklarına sahip olması gerekir. Bu unsurların sağlanması ile kentlinin sürece katılma isteği artar. Öte yandan katılma isteği kadar önemli olan bir diğer koşul da, kentliye katılma olanağının verilmesi ve katılma yollarının açık tutulmasıdır. Kentli hakları gerek kentsel kalkınmanın ve yaşam kalitesinin arttırılmasını, gerekse katılım olanağının yaratılması için talepkar olmayı önermektedir.
Yaklaşık 15 yıldan bu yana sıklıkla tartışılan demokratik yerel yönetimler, ancak yeni bir kentlilik anlayışı ile yaşama geçirilebilir. Yerel yönetimlerin toplumsal aktör olabilmeleri, ancak katılımcı demokratik bir yapıda örgütlenmeleri ile mümkündür. Dolayısıyla yerel yönetimlerin toplumsal aktör olabilmeleri için kendilerini sürece dahil etmeleri gerekmektedir.
Yerli ve yabancı literatürde kentli haklarının en büyük sorunu, yerel yönetimler ve katılım konusudur. Zira yerel yönetimlerdeki liyakatsiz kadroların beceriksizlikleri veya belediye başkanlarının vizyonsuz tutumları; katılım olması durumunda talepleri karşılayamayacak durumdadır. Hal böyle olunca katılım noktasından imkan sağlamakla mükellef yerel yönetimler, bu kanalları daha baştan kapalı tutmaktadır.
Öte yandan yerel yönetimlerin, yerel halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kapasite ve duyarlılığa sahip olmalarını, hizmetlerin yetkin biçimde sunulmasını ve kendisinden beklenen sorumluluğu yerine getirmelerini içeren “Yerel Yönetimlerde Yönetim İçin Sorumluluk” adı verilen bir yaklaşıma dikkat çekilmiştir. 2000'li yıllardan itibaren yukarıdaki kuram küresel bir nitelik kazanarak, bu gün dünyanın hemen her yerinde tartışılmaya başlamıştır.
Ülkemizde kentli hakları ile ilgili kuramsal çalışmalar aşılıp, alan araştırmalarına geçilememiştir. Örneğin katılım son yıllarda gözde bir konu olmasına rağmen, büyük ölçüde teknik bir konu olarak ele alınmakta ve katılımı gerçekten sağlamak için gerekli olan haberdar etmek, çoğulcu karar alma yapılarını işletmek için demokratik teknikleri tanıtmak ve sorun alanlarındaki bilgi birikimlerini aktarmak, bunların kentsel toplumun kullanımına sunma yollarını aramak gibi düşünce üretimi ihmal edilmektedir.
KENT OLGUSU
İlk kentlerin ortaya çıkışı konusunda öne sürülen görüşlerin belirli ortak noktaları vardır. Bunların ilki tarımsal üretimler, sulama düzenleri vb. belirtileri daha önceye dayanmakla birlikte; ilk olarak maden devrinde ve yaklaşık olarak milattan önce 4000-3000 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Bir farklı görüş ise; maden silah kullananların, kabataş silah kullananlara olan üstünlüğü ile yöneten-yönetilen farklılaşmasına dayalı, verimli ve akarsu civarlarında ortaya çıkmasıdır.
Bazı uzmanlar ilk kentlerin ilkel birer köy olduklarını, sonra yavaş yavaş kentsel merkeze dönüştüklerini öne sürmeleri, kentlerin ortaya çıkışını milattan Önce 10.000 - 6.000 yılları arasındaki Neolitik çağı bir anlamda tamamına erdiren bir gelişme olarak nitelerler.
Buna göre ilk kentlerin Nüfusu 2000 ile 20.000 arasında değişmektedir. Milattan önce 6. yüzyılda Babil'in 350 bin, 200 yıl sonra da Syracuse’ün 400 bin nüfuslu olduğu bilinmektedir.
Kent Kültürü: Kent olgusunun sadece fiziksel bir varlık olmadığı açıktır. Diğer deyişle kent, fiziksel niteliği ile bir mekanı ifade ederken, sosyal ve kültürel niteliği ile de bir ilişkiler bütününü ifade eder.
İnsanlık tarihi boyunca gelişen ve şekillenen özgürlük arzusu, sayısız özgürlük talebinin uyum içinde nasıl var olabileceği sorusu arasındaki denge arayışı, kentleri özgürlük ile çoğulculuğun yaşam alanları haline getirmiştir. Bu bağlamda kent, her gün değişen sayısız dinamik faktörün hareketini ortak bir zeminde bir araya getirmektedir. Bu niteliğiyle kent, denge sağlayan ve inşa eden kurumları, hak ve sorumluluklarıyla, kent sakinlerinin bireysel iradelerinden bağımsız olarak varlığını sürdüren bir canlı gibi işlev görür. Bu yönüyle kent, kırdan ayrışmıştır.
Kentleşme: Kentleşme, bireylerin kentle uyum sağlamasını ifade eden bir sosyalleşme sürecidir. Bu süreç, toplumsal düzeyde gerçekleşen kentleşme sürecinin, bireysel düzeydeki bir yansımasıdır ve sosyo-psikolojik boyutu daha belirgin bir şekilde öne çıkar. Yaygın olarak kabul edilen bir yaklaşıma göre, kentleşme hareketi, insanların davranışlarını, ilişkilerini, değer yargılarını ve öznel yaşam tarzlarını dönüştüren bir süreç olarak tanımlanır.
Kentlerde yaşayan insanların, kendilerini kente ait hissetmeleri, kentle duygusal ve sosyal bağlar kurmaları, kentlileşme sürecinde önemli rol oynamaktadır.
Kentlilik bilincini benimseyememiş bireylerin yaşadığı bir kentsel ortamda, sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik uyumsuzluklar kültürel bir boşluk yaratmakta ve bu durum yabancılaşmaya yol açmaktadır. Yabancılaşma ise cemaatleşme, gettolaşma, şiddet, suç, mafya, arabesk kültürü gibi olguların yanı sıra, mekânsal ve kültürel etkileşimde aksamalara neden olarak ciddi toplumsal sorunları beraberinde getirmektedir.
Bu durumda, değişim gerçekleşmediği gibi, kentli kimliğine alternatif yeni kimlikler oluşmakta ve bunlar kent kültürü üzerinde bozucu bir etki yaratmaktadır. Yerleşik kentliler ise bu alternatif kimliklerden uzak durmak adına, kent çevresinde güvenli mekânsal ve kültürel alanlar inşa etmektedir. Bu durum, kentlerde "biz" ve "öteki" ayrımını derinleştirerek toplumsal eşitsizliklerin ve ayrışmaların daha görünür hale gelmesine neden olmaktadır.
Kentleşme sürecindeki bazı sorunlar:
1. Kentlerin özgün kimliklerini kaybetmeleri.
2. Toplum içinde diyalog yetersizliği, kültürel farklılıklara karşı hoşgörü eksikliği.
3. Toplumun geleneksel değerlerinin yok olmaya yüz tutması.
4. Kente yönelik büyük göçlerin olması ve uyum güçlüğü.
5. Kapanan toplumlar yaratan yapısal oluşumlarda, kültürel siteleşmenin toplumsal ayrışma ve soyutlanma yaratması.
6. Ortak buluşma mekanlarının yetersizliği.
7. Yerel değerlere ve kaynaklara ilişkin veri tabanının yetersizliği.
8. İmar denetiminin yetersizliği .
9. Mahalle kültürünün dinamikliğini sağlayan sokak ve meydanların yok olmaya yüz tutması.
10. Alışveriş merkezlerinin sosyal ve ekonomik ilişkileri azaltması.
11. Mahalle ve pazar yerlerinde güvenliğin sağlanamaması.
12. Kentlerin korunması gereken bölümlerinin, imarlı kesimlerle birlikte planlanmaları gerekliliğinin henüz anlaşılamaması.
13. Yerel yöneticilerin kent kimliğinin korunmasında görülen ciddi ihmalleri.
14. Kentte yaşayanların, kentsel karar alma ve uygulama süreçlerinde katılım eksikliği.
15. kentte yaşayanların kentlerine sahip çıkma bilincine ve duyarlılığına sahip olmamaları.
16. Tarihi ve kültürel değerlerin farkında olunmasını sağlayacak eğitim eksikliği.
17. Örgün eğitimde kentlilik bilincinin oluşturulmasına yönelik programların yetersizliği.
18. Bölgeler arasında eğitim seviyesi farklarının belirgin olması.
19. Kentlerde halk eğitim merkezlerinin yetersizliği.
20. Kentlilik bilincini teşvik için basın yayın organlarının etkin biçimde kullanılmaması.
21. Kentte yaşayanların yerel yönetimin kararlarından haberdar olmaması, belediye meclis üyelerini tanımaması.
22. Sivil toplum kuruluşlarının kentsel yönetime eşit ortaklar olarak katılamaması.
İlk yazı bu kadar, hoşçakalın…