Ülkemizde son zamanlarda çığırından çıkan, daha kötüsü olamaz dediğimiz ama, hep çıtanın yükseldiği kadına şiddet olayları ile ilgili geçtiğimiz cuma ADD tarafından basın açıklaması yapıldı. Yaşadığımız şeylerin sebeplerini irdelersek çözüme ulaşabiliriz görüşündeyim. Öncelikle modern zamanın ve teknolojinin etkisi ile yeni nesil, önceki nesle göre ortalama olarak daha iyi şartlarda yaşıyor. Fakat modern dünyanın getirdiği tek tipleşmiş, yozlaşmış insan formu toplumumuza dayatılıyor. Bu yozlaşma etkisi kişilerin yalnızlaşması, ötekileştirilmesi veya kamplaştırılması ile katlanarak artıyor. Toplumun genetiği gün geçtikçe bozuluyor.
Bunun sonucunda ferdi kötülük; sapık, zorba, maganda veya psikopatlaşmış (kimse anasının karnından böyle doğmuyor) kişiler aracılığı ile insanlara ve insani değerlerimize zarar veriyor. Neticede koca bir toplum hergün, biraz daha, topyekün “kötü” leşiyor. Bir de örgütlü kötülük var. Bu da yurt genelinde ve yerelde, çoğunlukla rant devşirmek üzerine kurulu kötülüğün, bir toplulukta organize olmuş, vücut bulmuş hali. Basından takip ediyorsunuzdur, etmiyorsanız da edin lütfen...
Dünyada ulus toplum olma özelliği olan sayılı ülkelerden biriyiz. Ama bu olgu günümüzde zarar gördü, halen kan kaybediyor. Toplum bilincini güçlendirmek adına harekete geçmezsek; birkaç nesil sonra Türk’i değerleri çocuklarımız tarih sayfalarından öğrenecek.
Ne Yapmalı?
Öncelikle iyi insanlar bir araya gelmeli. İnsani değerlerimizi korumak aşkına, kendimiz ve çocuklarımız için, Atatürk ilke ve inkılaplarının doğrultusunda Cumhuriyet’i fabrika ayarlarına döndürmemiz gerekiyor. Bunu hep beraber, her yerde ve istisnasız bir şekilde, cesurca; kötülüğe karşı her organizasyonda eyleme geçerek sahada uygulamalıyız. Toplum bilinci dediğimiz kavram burada ortaya çıkıyor.
Eylemde Karşılığı Nedir?
Önce vicdani terazimizin ayarlarına bir göz atmak gerekiyor. Ben tespit ettiklerimi söyleyeyim, siz de iğneyi kendinize batırarak iç muhasebenizi yapın lütfen. Toplumda maddi gücü olan ama bu gücü elde ederken usulsüz işlere bulaştığını bildiğimiz insanlara toplumun tepkisi nedir? Genel itibari ile saygı görüyorlar, hatta bazı insanımız artık bu kişilere imrenir hale gelmiş. Dilan Polat serbest bırakıldı diye sevinçten ağlayanlar var örneğin. Evli haldeyken, evlilik dışı ilişkiler çok duyulur oldu. Televizyon kadın programlarında duyduklarımızdan kanımız donuyor. Peki topluluktaki karşılığı ne? Yadırganmıyor, garipsenmiyor, alelade bir olaymışçasına 5 dakika dedikodusu yapılıyor ve bütün taraflar gündelik hayatına devam ediyor. Bu durumu çoğunluk garipsiyordur, sanırım. Ne ara bu kadar yozlaştık. Rüşvet alan kamu personelleri, adam kayıran kişi veya kurumlar ve daha birçok örnek sıralayabilirim ama, demek istediğimi anladınız…
Baştan keşfetmeye gerek yok, gelişmiş ülkelere bakalım. İlk adım olarak eğitimden başlamalı, ağaç yaşken eğilir. Sonra usulsüzlüklere karşı verilen cezalar can yakıcı, caydırıcı ve ıslah edici olmalı. Aynı suçu 22 kez işleyen kişi eşini başından vurmuş, sonra kendisi intihar etmiş. Ne anladık 22 defa bu kişiyi hapse atmaktan? Sonu yine facia. Merkezi hükümet bu konuya duyarlı olmalı, adalet mekanizması hızlı tecelli etmeli. Bu şartlar sağlanmadan kişilerin elinden gelenler kısıtlı.
Kısıtlı derken çaresiziz demedim. Açıklayayım. Bizim elimizden gelen toplum baskısı veya mahalle baskısı dediğimiz olguyu oluşturmak. Yukarıda bahsettiğim bir araya gelme durumunun sonucunda gündem oluşturma ve toplum algısını yönetme imkanı doğacaktır. Birileri de iyi bir şey için algı yönetsin değil mi. Gündem oluştururken kullanılacak bir olgu daha var ki; o da ifşa kültürüdür. Kötü iş yapan kişilerin toplum içinde bilinmesi, toplumu kötü etkileyen kişilerin baskı altına alınarak doğru yola sevk edilmesi amaçlanır bu kültürde. Veya kötü iş yapmaya yeltenen kişilerin, toplum nezdinde uğrayacağı muamele caydırıcı olmaktadır. Bu uygulamanın en etkili sonuçlarını Japonya’da görürsünüz. Bize göre eften-püften görünen ama, insanların harakiri (kendi karınlarını deşerek intihar ettiği) yaptığı yerdir bahsettiğim ülke. Bir şekilde suça veya toplumca utanç kaynağı olacak eylemi yapan kişi yeri geliyor canına kıyıyor, düşüne biliyor musunuz. Bu işi devletten alacağı ceza yüzünden yapmıyor, yaptığı eylemin karşılığında toplumun vereceği tepkiye katlanamayacağından yapıyor. Öylesi bir sistem bana çok mantıklı geliyor çünkü evrimsel açıdan avcı toplayıcı genlerimiz, içgüdülerimiz aracılığıyla bize sürüden dışlanmanın karşılığının ölüm olduğu mesajını veriyor. (ilave bilgi: Topluluk karşısında konuşmanın korkutuculuğu da aynı içgüdüye dayanır. Konuşma sonrası dışlanma ve ölüm korkusu)
Neden İfşa?
Bu konu ile ilgili ünlü bir paradoks var. Öncelikle size suç teşkil eden bir olgu üzerinden paradoksu anlatmam lazım. Hırsızlık üzerinden gidelim. Hırsız kime denir? Birine hırsız diyebilmek için o kişiyi hırsızlık yaparken tespit etmeniz gerekir. Tespit edememişseniz o kişinin hırsız olduğunu bilmezsiniz. Dolayısı ile hırsızlık yapan kişi yakalanmamışsa hırsız değildir. Başka bir deyişle “hırsız” hırsızlık yaparken yakalanan kişiye denir.
Buradan yola çıkarak eğer bir kişinin hırsız olduğunu bilmiyorsanız ona dürüst, namuslu bir insanmış gibi davranırsınız. Ve bu kişi toplumdan alması gereken tepkiyi görmez. Islah olmaz. Yola gelmez. Hatta belki yaptığı işten keyif alıp tekrarlar.
Hırsızlık üzerinden örneklediğim olayı her türlü kötücül davranışa uyarlayın. Belki de; kötü davranış sergileyen kişiler bilinmediğinden, çürük yumurtalar ayıklanmadığından toplumumuz bu denli kokuşmuş durumda.
Nihayetinde aşmamız gereken bazı tabular var. İfşa kültürüne toplumumuz negatif yönde bakıyor. Bir suçu, kötü davranışı dillendiren kişi toplumda “ispiyoncu, gammaz, hain, vb.” nitelendirmeler ile yaftalanıyor. Kurtarıcı veya kahraman bekleyen toplum burada da sakat işi düzeltmek için kılını kıpırdatmıyor, devletten bekliyor her şeyi. Ama devlet her köşe başına, her kişiyi takibe memur görevlendiremez. Toplum başta kendi kendini denetlemeli, gerekli bildirimleri ilgili mercilere yapmalıdır. Demokrasinin tabandan gelmesi gerektiği gibi, denetim mekanizması da tabandan gelmelidir. Tabandan derken konuyu açayım biraz. Dernek, STK ve meslek örgütleri aracılığı ile sivil inisiyatif, üyelerinden aldığı güç ve taleple bu işleri toplum adına yapmalıdır. Anlaşılacağı üzere hem demokrasinin, hem adaletin garantörü yine sivil inisiyatife dayanmaktadır. Gelişmiş toplumların olmazsa olmazıdır. Bu kurumlar doğrudan devlet destekleri ile güçlendirilirler ama bizim memlekette…. Neyse uzatmayacağım.
Bu kısımda gözlemim şu ki; en azından benim çevremdeki insanların denetim ve adalet sistemine güveni sarsılmıştır. İnsanların adalet arama enerjisi ve inancı azalınca, bu doğrultuda eyleme geçme refleksi körelmiştir. Üzerimize düşen bütün bunları aşmak, ezberimizi bozmak ve adaleti aramak için gerekenleri sebat ederek ve inatla talep etmektir.
Hoşçakalın…