Mehmet Eroğlu, Belleğin Kış Uykusu isimli eserinde “ölüm, unutuşun en mükemmel, en ödün vermez biçimi değil mi?” diye sorar. Sonra “Mezarlar ölümün belleksizliğine karşı koymak için diktiğimiz işaretlerdir. Unutmak hiçlik ve yokediştir.” tespiti ile aslında nihai sonu tarifler. İnanca göre öteki dünyaya ait tasvirler birçok şekilde yapılmıştır.  Ancak kaybedilen kişinin anısını yaşatmak için nispeten ortak bir paydada buluşmuştur. Ölüme karşı verilen son mücadele ise belleklerde yaşamaktır. Hiçbir hafızada iziniz kalmadığında kesin biçimde yok oldunuz demektir.


    Avrupa’da mezar başlarına dikilen heykeller veya figürler islamiyette görülmemektedir. Osmanlı dönemi mezar taşlarında sarıklar ve fesler, insan bedeninin omuz ve baş kısmını çağrıştıran görüntüler, kadın mezar taşlarında kullanılan gerdanlık, küpe, çiçek motifleri kullanılır. Tüm bu ritüeller kaybedileni mevcut kılabilmek ve en azından anılarda yaşatabilmek adınadır.


    Kişiler kendileri veya sevdikleri için bunca çaba gösterirken; toplumsal değerlerimizi yaşatma konusundaki özensizliğimize anlam veremiyorum.


Kentler Ölür mü?


    Kentler yaşayan bir organizmaya benzetilir birçok kaynakta. Peki kentler nasıl ölür? Eski değerleri kalmadığında, tekdüzeleştiğinde, karakterini kaybettiğinde mi ölür? Bence kentler değerlerini kaybettiklerinde, herhangi bir yer haline geldiklerinde ölür. Peki ölüme kafa tutabilirler mi?


    Mekan ortak ve kişisel belleğin oluşmasına ev sahipliği yapar. Bir süre sonra mekanın da belleği oluşur. Bütün bunlar kenti, kent yapan şeylerdir. Sorunun cevabı ise; mekanlar yaşamaz ve yok olursa, kent ölür.


    Kent hatırlanmak, unutulmamak ister yaşamak için. Hatırlayan da pek tabi kentli olmalı. Fakat kent sakini ve kentli kimliği de zamanın ruhuna göre değişim ve dönüşüm içerisindedir. İşte eski ve yeniyi harmanlayabilen önderler, başkaca yerlerde kentlerini yaşatmanın yollarını buldular. Öyle bir bağ kurdular ki yeni nesil eskiyi biliyor ve yaşıyor. 


    Gündelik hayatta her türlü deneyim mekanı gerektirir. Bellek ve mekan birbirinden ayrı düşünülemez. Kent ayrıca kentlinin orta belleği, yaşanmışlığıdır. Şehrin her parçası kentlinin de bir barçasıdır aynı zamanda. Dolayısı ile; belleksizleşen kentli, kentin ölümünü hızlandırır. 


    Bu aşamada yıkarak yapmak, kısace kentsel dönüşüm faaliyetleri yapılırken aynı zamanda kent belleğinin korunması için yapılması gerekenleri atlamamak gerekiyor. Yıkılıp yeniden yapılan modern evlerin karaktersizliği ile şehrin ruhu yara alır. İktidar eli ile yapılan kentsel dönüşüm faaliyetleri ise kent için hafıza kaybı demektir. Zira Selçuklu motiflerini göstermelik olarak cephelere işlemek kent hafızası için olumsuz bir uygulamadır. Kent belleği kentlinin hafızasında silindiğinde, ölen kentin yası bile tutulamayacak olması ne kadar trajiktir.

Kent Belleğini Oluşturan Etmeler


    Modern dünyanın dönüştürdüğü kentler değişse de geçmişlerini içinde taşır. Gayret edenler bu izleri görebilir. Şehirlerin her mahallesinde, yaşam alanlarında, sokak köşelerinde, yollarında, çeşmelerinde geçmişin yansımaları görülür. Topluluğun buluştuğu, kendini bulduğu, yeniden hatırladığı hafıza mekanlarıdır bunlar. Bu mekanlar zamanı durduran, unutmayı engelleyen mekanlardır.  Kentler kendine ait hafıza mekanlarına sahip çıkabilirse yüzyıllarca yaşayabilir. Yaşayan bir varlıktaki gibi, kent dokusunun korunması büyük önem taşır.


    Kenti keşfetmek sözlü tarih çalışmalarının yanı sıra kentlinin arşivlediği tarihi belgelere, fotoğraflara, mektuplara bakarak da perçinlenebilir. Bu açıdan bakıldığında şehrin sembol objeleri, nirengi noktalarının yanında; şehrin yaşlı sakinlerinin de kent belleğinin korunması için işin içine dahil edilmesi gerekiyor. 


    Sonuç olarak kent mekanlarımızı koruyamazsak, bunlar ile günümüz yaşantısı arasında bağ kuramazsak, şehrimiz amnezi geçirerek parça parça ölmeye mahkumdur.


    Sağlıkla kalın…


[email protected]
 

Editör: SELÇUK ÖÇAL